Bu Blogda Ara

23 Ocak 2014 Perşembe

NOHUT ODA BAKLA SOFA

Deniz bir deyim öğrendi. Nasıl mı?
 Bu hafta okuduğumuz kitabın orijinal ismi: "A squash and a squeeze"
Her iki kelime de İngilizcede sıkışık, kalabalık anlamına geliyor. Yazarın, aynı anlama gelen iki kelime kullanmasının tek sebebi "squeeze" ve "please" kelimelerinin kafiyesi olsa gerek.
 
"Wise old man, won't you help me please?
My house is a squash and a squeeze"
"Yaşlı bilge adam bana yardım etmeyecek misin?
Evim sıkışık ve de kalabalık"  Bu satırlarla başlayan bir kitabı Deniz muhtemelen sevmezdi. Yıldırım Türker'in Türkçeleştirmesi benim sadık çevirimden kesinlikle daha eğlenceli.
"Bilge ihtiyar n'olur akıl ver bana?
Evim nohut oda bakla sofa "
 
Deniz hikâyeye bayıldı. Nohut odayı görüyordu ama bakla sofa nereye saklanmıştı acaba? Bir süre kitabın adını yanlış söyledi. Bakla oda, bakla adam... Sonra kitabın doğru adını da öğrendi, deyimin ne anlama geldiğini de...
 
 
 Evinin çok dar olduğunu düşünen yaşlı kadın, bilge ihtiyardan yardım ister. Bilge ihtiyar ona çılgınca fikirler verir. Sırasıyla tavuğu, keçiyi, domuzu, ineği evin içine alır. İşler iyice çığırından çıkar. Tavuk halıya yumurtlar. Keçi perdeyi kemirir. Domuz kilerde ne varsa silip süpürür. İnek domuzla dalaşıp masaya çıkar. Yaşlı kadın şaşkın ve çaresizdir.
 
"Tanrım bak şu işe
Zaten minicikti dört kişiye miniminnacık oldu beşe.
Artık saç baş yoluyorum, kalmadı bende kafa.
Evim nohut oda bakla sofa.”
 
Son kez bilge ihtiyara akıl danışır. "Hepsini dışarı çıkar." der bilge ihtiyar. Yaşlı kadın tüm hayvanları dışarı çıkartır, başlangıçtaki haline dönmüştür. Ancak evin içinde dört hayvanla geçirdiği maceradan sonra evinin eskisi kadar küçük olmadığını düşünmektedir. Evin içinde mutlulukla dans eder. 
"Allah fukarayı sevindirmek isterse önce eşeğini yitirtir, sonra buldururmuş." demiş atalarımız. Hikâye bu fikre dayanıyor.
 
Gelelim hikâyenin  hikâyesine:
Julia Donaldson, eşi Malcom'la evlenip bir yuva kurmadan önce onunla sokak çalgıcılığı yapıyordu.
Daha sonra çocuk televizyonları için şarkı yazıp söylemeye başladı. Şarkılardan biri 1993'te Axel Scheffler'in harika çizimleriyle okul öncesi çocuk kitabı haline geldi. Tahmin edebileceğiniz gibi bu kitap, Nohut Oda Bakla Sofa'dan başkası değildi.

POPCORE YAYINLARI
Yazan:              Julia Donaldson
Resimleyen:     Axel Scheflfer
Türkçeleştiren: Yıldırım Türker
Okul öncesi
 

13 Ocak 2014 Pazartesi

PAPATYA VE KOYUNLAR



Papatya anne ve babasıyla yaz tatili için otele gider. Otelde çocuklar için yüzme havuzu ya da kum havuzu yoktur. Yüzmeyi sevmeyen Papatya'nın canı çok sıkılmaktadır. Havuza atlayan bir adam yüzünden mayosu ıslanır. Annesi ve babası onun şezlonga bıraktığı ıslak mayoyu görünce Papatya'nın havuza girdiğini düşünüp sevinir. Papatya dolaşmaya çıkar ve kumsala gelir. Bulduğu beş koyunun ona ihtiyacı vardır.
Bu haftanın favori kitabı "Papatya ve Koyunlar".
Her gece bir ya da iki kez okuduk. Deniz, kumun içinde Papatya'dan saklanan koyunları bulup saymayı çok sevdi. Koyunların çıkardığı garip seslere  onların yüzme öğrenmesine çok güldü.
Sorduğu soruların cevabını bulmadım.
"Bacağı nerede yaralanmış anne? Düşmüş mü? Neden düşmüş? Nerede düşmüş?"
"...."
"Papatya'nın kafası neden yok anne?"
"Iı, kem küm, bu sayfada çizmemişler."
"Plasteri bacağına ne zaman yapıştırmış anne?"
"..."
Kitabın ön ve arka kapağının içindeki onlarca plasteri göstererek "Bu ne?"
"Plaster."
"Neden plaster koymuşlar?"
"..."
Papatya, koyunlara neden bir kutu plaster bırakıyor? Koyunlar neden sadece kullanılmış plasterleri seviyor?  Cevabını bulamadım doğrusu. Benim yetişkin zihnim Deniz'in bu garip hikâyeyi neden sevdiğini hiç ama hiç anlamadı. Kitap hakkında internetten araştırma yaptım. Bakın ne buldum! Çocuk kitapları yazarı Tülin Kozikoğlu,  www.birdolapkitap.com  internet sitesinde 5/Haziran/2010 tarihinde Papatya ve Koyunlar kitabı için aşağıdaki yorumu yazmış.
"Papatya ve Koyunlar’ı ilk okuduğumda (bir kaç yıl önce) plasterleri o kadar anlamamıştım ki kitabın Türkçe yayımlanması sırasında, şu veya bu aşamada, yanlışlıkla bir veya bir kaç sayfayı atladıklarını düşünmüştüm!! Amma ve lakin şimdi sizin yazınızı okuduktan sonra, tekrar aldım kitabı elime. Hikâyede Papatya’nın anneliğe soyunduğuna dair ipuçları var…  Koyunlar da çocukları sembolize ediyor. Bence kitabın en orta yerinde çocuğunu tanımayan, anlamayan, ona kendi doğrularını, zevklerini, endişelerini dayatan anne-babalar yerleştirilmiş. Çocuk salıncağa binmek istemez, anne “ama bak çok eğlenceli” diye ısrar eder. Çocuk yemek istemez, “aç değilim” der, anne “ama büyümek için yemelisin” der. Bu kitapta da Papatya’nın anne-babasıyla derdi var. Onun endişelerinden, zevklerinden bihaber olan anne babaya karşılık Papatya koyunlara anlayışla yaklaşıyor, sıkıntılarını anlamaya ve dertlerine derman olmaya çabalıyor. Fakat bunca çabaya katlanmalarının sebebi neydi? Karşı kıyıya yiyecek bulmaya gitmemişler miydi? Peki hedefe ulaşınca bu sorun niye unutuldu? “Çünkü anne-babalar böyledir” mi demek istiyor Papatya? Koyunların sorunu açlık, Papatya’nın aklı fikri onların sıcaktan bunalmasında veya soğuktan üşümesinde. Bu açıdan bakınca da Papatya’nın getirdiği plasterler bana anne-babaların çocuklara kendi endişelerini dayatmalarını hatırlattı. Ortada fol yok yumurta yok, ama Papatya “ne olur ne olmaz, belki lazım olur” diyerek onlara plasterleri dayatmaya çalışıyor. Ya düşerlerse, ya bir yerleri zedelenirse? Ellerinin altında bir paket plaster bulunsun. Fakat koyunların büyüdüğüne kanaat getirince (ki bu gerçek hayatta asla böyle kolay ve çabuk gerçekleşmiyor… anne-babaların çocuklarının kendi başlarına yapabileceklerini kabullenmesi belki de en zoru), onların zevklerine saygı duyuyor ve ayrılmadan önce onlar için bir adet kullanılmış plaster bırakıyor. Çocukları birer yetişkin olup ondan ayrılınca, Papatya da kendi dünyasına dönüyor… Toprak’la kum havuzunda kazı yapmaya.
Bence kitaptaki bir başka muamma ise süt ki ona da şöyle bir açıklama kurguladım (kurguladım diyorum, çünkü hayal gücümü çalıştırmadan bu kitabı anlamlandırmak mümkün değil): süt duyguları temsil ediyor. Çocukların yüklendikleri duygular dolayısıyla rahat nefes alamamaları da koyunların rahat yürüyememeleriyle sembolize edilmiş. Papatya, sütü sağarak (her anne gibi) çocuklarını yüklendikleri duygulardan arındırmaya çabalıyor ve rahatlatıyor. Çocuklarının büyümeleriyle birlikte de bu işi hayatlarına girecek başka yetişkinlere (belki eşlere) devrediyor; demek o zaman sütünüzü başka çocuklar sağacak?
Biliyorum tüm bunlar bir çocuk kitabı için çok zorlama. Fakat öte yandan şunu da biliyorum ki çocuklar bir kitabı okurken biz yetişkinler gibi her bir cümleyi anlamlandırmaya çalışmıyorlar. İlla bir anlamı olması veya işe yarar olması gerekmiyor her şeyin…  Hem kitaplarda hem de hayatta. Tıpkı kullanılmış plaster gibi, yetişkin beyninin “ne işe yarar ki?” diyeceği bir nesne, bir cümle, bir resim, bir ses, bir mimik onları mutlu edebiliyor. Veee papatya gibi bir kitabı da çok sevebiliyorlar:)
Sevgilerimle,
Tülin Kozikoğlu


Papatya ve Koyunlar
Yazan ve resimleyen Pija Lindenbaum
Çeviren Ali Arda
İş Bankası Kültür Yayınları
Okul öncesi

7 Ocak 2014 Salı

BURUN

Burun, Deniz'in sahip olduğu yazar imzalı ilk kitabı. Hayır, Yekta Kopan'ın imza gününe gitmedik. Daha özel bir hikâyesi var. Albert Camus'nün 100. doğum günü için Yekta Kopan rehberliğinde gittiğimiz Paris turunda imzalattık kitabı. Kitabı yayına hazırlayan Tanay Burcu Ural Kopan'dan görsellerin hikâyesini dinleme ayrıcalığı da işin sürprizi oldu.
Geziye çıkmadan önce Yekta Kopan'ın bir de çocuk kitabı olduğunu görünce almak ve Deniz için imzalatmak istedim. Vize başvurusu için İstanbul'a gittiğimizde Nişantaşı Remzi Kitabevi'ne sorduk.(Oysa Nişantaşı'nda Yalvaç Abi Kitabevi varmış, bilmiyordum.) Ellerinde yoktu. Sipariş verdik. Yola çıkmadan önce kitap elimize geçti. Ancak Deniz'e okuyamamış ve tepkisini görememiştik. Tatil dönüşü diğer hediyelerle birlikte kitabı da Deniz'e verdik. Çikolata, içi şekerleme dolu bir Eyfel kulesi ve müzik kutusu daha çok ilgisini çekti. Kitabı da o günlerde bir kez birlikte okuduk. Çok ilgisini çekmediğini düşünmüşken bir kaç gün önce kitabı getirdi. "Ali'nin burnu nerdeymiş anne?" diye sordu.

Ali bir sabah uyanır ve burnunun olması gereken yerde yani yüzünün tam ortasında olmadığını fark eder. Annesine sorar. Buzdolabında yiyecekleri kokluyor olabileceğini söyler. Buzdolabının kapağını açar bakar. Orada yoktur. Ütü yapan babasına( resimlemelerde geleneksel rol modelleri yok) sorar. Babası balkonda olabileceğini söyler. Orada da yoktur. Ablasına sorar. O da burnunu kaybetmiştir. Ali'ye yardımcı olamaz.
Bu arada her sayfada yazılı hikâyeden bağımsız görsel bir yan hikâyecik de gizli. Karnı acıkan fare gizlice buzdolabını açar, bulduğu peyniri yuvasına götürür. Gazetede sörf yapan bir köpek resmi gören evin köpeği tatile çıkmaya karar verir çantasını hazırlar. Salyangoz kitap okur. Babası ve Ali balkondan dışarı bakarken sokakta kulağını düşürmüş bir adamın kulağın peşinden koştuğunu görür. Evin köpeği omzuna çıkınını asmış tatile gitmektedir. Köpek geri döner. Banyodaki küvete su doldurur. Tatilini burada geçirecektir.
Anneannesi, Ali'ye burunların temizlenmeyi çok sevdiğini, burnunun banyoda olabileceğini söyler. Ali'nin burnu oradadır. Lavabonun kenarında uyuyakalmıştır. Ali hazır banyoya gitmişken dişlerini de fırçalar. Ali'nin hikâyesi sabahları elimizi, yüzümüzü yıkamak, burnumuzu temizlemek ve dişlerimizi fırçalamak konusunda bir rol modeli oluşturuyor. Ancak bu mesajı büyük harflerle ve parmağını sallayarak gözümüze sokmadan söylüyor. Bizim her arabaya bindiğimizde emniyet kemeri taktığımızı gören Deniz'in oyunlarında bile emniyet kemeri takması, hayali motosikletine binerken eldivenlerini ve kaskını takması gibi.
Burun
Yazan:          Yekta Kopan
Resimleyen: Alex Pelayo
Yayınevi:     Marsık Yayıncılık
Yaş grubu:   Okul öncesi
 
Kitabın kapağında Yekta Kopan'ın ve Alex Pelayo'nun çocukluk hikâyeleri de var.
Yekta Kopan
Çocukluğu Ankara’da geçti. Küçükken misket, topaç, birdirbir, kovalamaca gibi oyunlarda çok başarılıydı ama bir türlü bisiklete binmeyi öğrenemedi. İlkokuldayken bir arkadaşıyla birlikte tek sayfa-tek sayıdan oluşan Dıgıdık adında bir mizah dergisi çıkardı.
Dergiyi satmayı bir türlü başaramadılar. Satabilselerdi kazandıkları parayla kitap alacaklardı çünkü en sevdikleri şey okumaktı.
Kitap okumak, yazarın hâlâ en sevdiği şey ve hâlâ bisiklete binmeyi bilmiyor.
Alex Pelayo
Matanzas, Küba’da doğdu. Çocuklar için bir şeyler çizmeye başladığından bu yana büyümeyi bıraktı. Çizdiği kitaplar Arjantin, Bolivya, Şili, Ekvator, İspanya ve Uruguay’da yayımlandı. Küçük bir çocukken pul koleksiyonu yapardı; oysa şimdilerde yalnızca konser, tiyatro, sinema biletleri ve küçük taşlar biriktiriyor. Kolları çok uzun olduğu için, birkaç kişiye aynı anda çok sıkı sarılabiliyor. Her şeyi çabuk unutan çizer, geceleri uyurken de horluyor.
 
Bu da kolları uzun Alex (Yekta Kopan'ı NTV'de uzun yıllar yayınlanan Gece Gündüz programından tanımayan yoktur herhalde)
 
 

3 Ocak 2014 Cuma

ÇOCUK VE KÜTÜPHANE

Kitapçılarda vakit geçirmeyi severim. Ne alacağımı bilmeden raflara bakınmak, kitaplara dokunmak, bir kaç paragraf okumak... Hepimizin sevdiği şeyler... Çanakkale o açıdan çok elverişli bir kent değil. Öyle kitapçılar var ki, kitaplar üst üste yığılı, raflar arasında adım atacak yer yok. Kitapları yayın evlerine  göre dizmek bu kadar mı zor? Sorduğunuz kitap varsa bir türlü, yoksa başka... "Ben bu kapağı gördüm. Bir tane var." dedikleri Saklı Bahçeler Haritası'nı bulmalarını 20 dk. falan bekledikten sonra "Yokmuş." cevabını alıp çıktım.
Sorduğum başka bir kitapçı "Coğrafya atlası mı?" diye sordu. Kolumun altına bir atlas sıkıştırılmadan oradan kaçtım. Hâl yetişkinler için böyleyken nitelikli çocuk kitabı seçmek daha da zor. 1 TL etiketli, parmağını gözümün içine sokup sallayan didaktik kitaplardan kaçsam dini yayınlara takılıyorum. Bu durumda kitap eklerini inceleyip, referanslara güvenip, ya da belli yazarlar seçip internetten sipariş etmek dışında bir seçenek kalmıyor. Her seferinde dur kargo bedavaya gelsin, şu limiti aşayım taksit çok olsun derken bir de bakıyorum bütçede delik açılmış. Ne yapmalı diye düşünürken Çanakkale'de bir çocuk kütüphanesi olduğu aklıma geldi. 
Geçtiğimiz cumartesi Zeynep Bodur Çocuk Kütüphanesi'ne gittim. Kafamda okumadığım belli yazarlar vardı. Görkem Yeltan, Aytül Akal, Fatih Erdoğan gibi. Umduğumdan daha çok kitap bulunca çok sevindim. Deniz için üç kitap seçtim. Ama aklım da Dipnot Yayıncılıktan çıkan Dünyanın Dört Bir Tarafından Masallar Dizisinde kaldı. Çağlar'ın kütüphane kartıyla da Çin Masallarını aldık. Ee daha yeni 1001 Gece Masalları ile ilgili bir söyleşiye katılmışız. 1001 Gece Masallarını da aradık, bulduk. Elimiz kolumuz dolu çıktık. Her gece Deniz uyuduktan sonra bir kaç Çin masalı okuyorum. Julia Donaldson'ın, Tostoraman hikâyesini okuduğu bir Çin masalından sonra yazdığını biliyor muydunuz? Bakarsınız kitabın arasından o masal çıkar ya da bana yeni bir hikâye yazdıracak güzel bir fikir...  Bir hafta böyle geçti.
"Deniz'in hayatında kitapların yeri var. Kütüphaneye gitme alışkanlığını küçük yaşlarda edinse fena mı olur?" dedik. Cumartesi ailece kütüphaneye gittik. Türkiye'de kütüphaneler, sosyal yaşamın bir parçası olarak görülmüyor. Çocuğunuzla alışveriş merkezinde jetonlu oyuncaklara binmekten daha güzel, yakınlaştırıcı bir aktivite oysa. Çocuk dilediği kitabı seçebilir, okumak için eve götürebilir. Ya da orada birlikte okuyabilirsiniz.
Sizin çocuğunuzun kütüphaneyle ilişkisi nasıl? Yaşadığınız şehirde, ilçede, kasabada bir çocuk kütüphanesi var mı? Olmama ihtimali yüksek! Türkiye'de kaç  çocuk kütüphanesi var? Türk Kütüphaneciler Derneğinin web sitesinden aldığım bilgiye göre ülkemizde 1502 Halk Kütüphanesi ve 459000 üye var. Bizimle yakın nüfusa sahip Almanya'da ise 11332 Halk Kütüphanesi ve 8.708.000 üye var. Rakamlar ortada. Çanakkale'de bir çocuk kütüphanesi olduğuna sevinmeliyim. Ama bardağın sadece dolu tarafını görmek de olmaz. İyi tarafları kadar kötü taraflarını da paylaşacağım.
Bir sürü kitap var. Okul öncesi kitaplar onların ulaşabileceği raflarda. Ancak kitaplar çok karışık.
Okul öncesi için  bir oyun odası var. Zemin halı kaplı. Oturmak için minderler var. İçeri girerken ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz. İçerisi pis. Oyuncaklar, dergiler, oyun hamurları bir kez konmuş ve tekrar hiçbir görevli o odaya girmemiş sanki. Havalandırma, ısıtma, hijyen yetersiz.
Tuvalet ve lavabo var. Tuvaletin içinde ayrı bir lavabo yok. Tuvalet ve lavabo aynı zeminde değil. Tuvaletin olduğu kısım yerden nedense çok yüksekte. Kapı içeri doğru açılıyor. İçeriye 2,5 yaşında bir çocukla birlikte kapıya, duvara sürünmeden girmek imkansız. Tuvalet alaturka.
Çocukların aileleri ile birlikte oturabilmesi için çok sayıda koltuk var.
Satranç köşesi var. Sadece bir takım kalmış.
İnternet bağlantılı bilgisayarlar var.
Yeterince masa sandalye var.
Her seferinde en fazla üç kitap alabileceğiniz ücretsiz üyelik sistemi var. Ben Halk Kütüphanesine üye olduğum için Çocuk Kütüphanesinden de kitap ödünç alabiliyoruz. Üye olabilmek için çocukların okula başlamaları gerekiyormuş. Oysa çocuk ve kitap ilişkisi çok daha erken dönemde başlıyor. Deniz'in kendi adına bir üye kartı olsa onunla istediği kitapları ödünç alsak geri götürse, kütüphaneye aidiyet duygusu daha fazla olmaz mı? 
Daha temiz, içinde bebek bakım odalarının olduğu, okul öncesi çocukların kendi adına üye kartlarının olduğu, gönüllü velilerin okuma saatleri düzenlediği park gibi sosyal hayatımızın bir parçası olacağı mekanlara dönemez mi kütüphaneler?
İyi şeyler de var.
Ali Dayı Çocuk Kütüphanesi www.alidayicocukkutuphanesi.gov.tr
Nilüfer Belediyesi Çocuk Kütüphanesi: Boyun Kadar Kitap Oku, Bu Yaz Biz Annemle Kütüphanedeyiz, Gezici Kütüphane gibi projeleri takdire değer.
Marmaris Orhaniye Köyü İnci Narin Yerlici Ortaokulu  Kütüphanesi :
www.kitapokuyancocuklar.org  adresinden bu köy kütüphanesinin başarı hikâyesini okuyabilirsiniz.
Esra Duff'un başlattığı "Yerel belediyelerden Çocuk Kütüphanelerinin kurulmasını istiyoruz" kampanyası: www.kitapokuyancocuklar.org, bilgi@kitapokuyancocuklar
www.facebook.com /KitapOkuyanCocuklar adreslerinden kampanyayla ilgili geniş bilgiye ulaşabilirsiniz.

Aşağıdaki fotoğraf İngiltere'den. Norfolk Norwich Çocuk Kütüphanesi. Siz de çocuğunuzla böyle bir kütüphanede baş başa zaman geçirmek istemez misiniz? Öyleyse bir imza da siz atın.

 
 

1 Ocak 2014 Çarşamba

TOSTORAMAN

Favori kitaplarımızdan biri daha...
Tostoraman hayali bir kahraman. Aralarında Latince, Tayca, Maorice (Yeni Zelanda yerlilerinin dili), İskoçça, Rusça olmak üzere 50den fazla dile çevrildi. Sayısız ödül aldı. 2009 yılında İngiltere'de kısa animasyon filmi yapıldı. Resmi internet adresine bakacak olursanız Tostoraman'ın kitap ve dvdleri dışında onlarca çeşit ürünün daha satıldığını görürsünüz. (Yapbozlar, kırtasiye malzemeleri, ev tekstili(havlu, bornoz, perde, oyun çadırı), biblolar, mutfak ürünleri, parti ürünleri, peluş oyuncaklar, bahçe aletleri vs. vs. www.gruffaloshop.com adresinden daha fazlasına ulaşabilirsiniz.) Velhasıl Tostoraman'ın uluslararası bir fenomene dönüştüğünü söyleyebiliriz.  Peki, efsane nasıl başladı, biliyor musunuz? 
Her şey Julia Donaldson'ın bir Çin masalını okumasıyla başladı. Masal, aç bir kaplanı kandıran küçük zeki  bir kız hakkındaydı. Kız, kaplanı Ormanın Prensesi olduğuna inandırıyor, sonra da korkutup kaçırıyordu. Julia Donaldson bunun harika bir resimli hikâye kitabı olacağını düşündü. Tek sorun "tiger" (kaplan) kelimesiyle kafiye oluşturacak kelimelerin azlığıydı. O yüzden kendi canavarını yaratmaya karar verdi.
İngilizce "doesn't he know" cümlesi ile kafiye oluşturacak "o" harfi ile biten bir canavar: Gruffalo.
İsmi bulmuştu. Sıra canavarı canlandırmaya geldi. Gözü, ağzı, boyu posu nasıl olacaktı? Kitabın hedef kitlesi okul öncesi 3-6 yaş grubu idi. Sesli okunduğunda kafiyelerin oluşturacağı melodik bir dil kullanmaya karar verdi.  Gruffalo'nun tüm fiziksel özellikleri aslında birbiri ile kafiye oluşturacak kelimelerin bir araya gelmesinden ibaretti.
Kitap, Axel Sceffler'in çizimleriyle tamamlandı. Scheffler başlangıçta onu tanıdığımız halinden daha da korkunç tasarlamıştı. Hayvanların hepsini yılanı dahi elbiseleriyle çizmişti. Sonuçta bu çizimleri kullanmadı. Kitap bildiğimiz haliyle piyasaya çıktı. 50den fazla dile çevrildi. 2005'te İngiltere'de Yılın Kitabı Ödülünü aldı. Sesli Okunacak En İyi Kitap Dalında Blue Peter Ödülünü aldı. Yine İngiltere'de 2009'da BBC Radyo dinleyicileri tarafından En İyi Uyku Zamanı Kitabı seçildi.
Hikâye, ormanda dolaşırken karşısına çıkan ve onu yemek isteyen hayvanları Tostoraman adında hayali bir canavarla korkutup kandıran zeki bir fare hakkında.
Aşağıdaki videodan İngilizcesini dinleyebilirsiniz.
 
 
 
 
Yıldırım Türker, bu kafiyeli, melodik hikâyeyi Türkçeye birebir çevirerek cinayet işlememiş. Eğlenceli bir dille türkçeleştirmiş. Tadı damağınızda kalsın, merak edip kitabı alın diye kısa bir bölümü paylaşıyorum.
Farenin biri ormanın kuytusunda gezmeye çıktı.
Fareciği gören tilkinin karnı acıktı.
"Tatlı minik kır faresi, nereye böyle?
İnime buyur da yemek yiyelim seninle."
"Korkunç naziksin Tilki, eksik olma.
Ama yemek için sözüm var Tostoraman'a."
"Tostoraman mı? Kimmiş bu Tostoraman?"
"Bilmiyor musun? Tanıştırayım o zaman."
Fare, her defasında Tostoraman'ın korkutucu fiziksel özelliklerini sayar. En sevdiği yemeğin de karşılaştığı hayvan olduğunu söyleyerek tilkinin, baykuşun ve yılanın öğle yemeği olmaktan kurtulur.
Kaçan hayvanların arkasından kıs kıs güler.
Tilkideki(Baykuştaki/Yılandaki) beyin değil saman,
Benim uydurduğum biri Tostoraman."
Çehov'un ünlü sözünü masallara uyarlayacak olursak, bir masalda canavardan bahsediliyorsa o canavar mutlaka karşımıza çıkacaktır! Kendinden bu kadar emin olma küçük fare. Tostoraman'ın en sevdiği yemek üstüne fare konmuş ekmek olabilir.


Yazan:               Julia Donaldson
Çizen:               Axel Scheffler
Yayınevi:          Popcore
Türkçeleştiren: Yıldırım Türker
Yaş grubu:        3-6